1999’daki Marmara depreminden önce kendisini tanımıyorduk. Yüzlerce binanın yerle bir olduğu binlerce insanın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos’ta, sınırlı sayıdaki ekibiyle birlikte enkaz altından insanları çıkarmaya çalıştıklarında tanıdık onu. AKUT’un kurucularından ve Everest’e çıkan ilk Türk dağcı olan Nasuh Mahruki ile Ataşehir’de bulunan AKUT Enstitüsü’nde görüştük.
AKUT’un kurulma gerekçelerinden, okullarda ve mahallelerde süren afet bilinçlendirme çalışmalarına; olası bir İstanbul depreminden kentsel dönüşüme ilişkin görüşlerini aldığımız Nasuh Mahruki’ye göre olası İstanbul depreminde kaybı en aza indirmenin en önemli yolu nüfusun azalmasından geçiyor. Türkiye’nin arama kurtarmada ilerleme kaydettiğini belirten Mahruki, “En korkunç senaryoyla İstanbul depremi bile yaşansa, şu an Türkiye’de enkaz arama kurtarmayı bilen 10-15 bin kişi var. 17 Ağustos depreminde 220 kişi vardı. Yarısı sivil savunma ekipleri, yarısı bizdik. Van depremine 4800 kurtarmacı, 1800’den fazla sağlık personeli gitti. Bu, 15 yılda yaratılan bir kapasite” diyerek arama kurtarmada gelinen noktaya dikkat çekti.
Akut neden kuruldu?
1994 Kasım ayında, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 2 öğrenci Bolkar Dağları’nda kayboldu. O çocukları arama çalışması sonuçsuz kaldı. O olaydan sonra, bundan sonraki doğa kazaları için şimdiden örgütlenelim dedik. 1995 yılında Türkiye’de arama kurtarmada ne var, ne yok diye süreci araştırmaya başladık. Türkiye’nin doğal afetlerde de çok eksik olduğunu 1995 yılında fark ettik. Türkiye’nin geri kalanı, Türkiye’nin aslında bir doğal afet ülkesi olduğunu 17 Ağustos 1999 depremini yaşadığı gün fark etti. 14 Mart 1996’da bu düşünceyle AKUT’u kurduk. Kuruluştaki amacımız hem dağda ve doğada meydana gelen kazalarda ve deprem gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda can kaybını en aza indirmek, bu konular hakkında toplumu bilinçlendirmek, afet öncesi ve sonrası doğru davranış biçimlerini öğretmek. O gün bugündür aynı misyon çerçevesinde ama çok daha büyüyerek, genişleyerek sürdürüyoruz çalışmaları.
Sizin bütün ülkede tanınmanız 17 Ağustos depremiyle oldu. O güne kadar neler yaptınız, depremden sonra neler yapmanız gerektiği düşüncesi oluştu sizde?
Biz AKUT’u 14 Mart 1996’da kurduk ama 1995’te de AKUT adının kullanıp operasyona çıktık. Toplumun bütünü AKUT’u 17 Ağustos depremiyle tanıdı. Depreme çok hazırlıksız yakalanıldığı için, AKUT’un çok hızlı ve doğru müdahalesi, orada 220 insanın hayatını kurtarması, ilk 10 gün yardım dağıtımını bizim koordine etmemiz, kamuoyunda müthiş bir sempati ve güven yarattı. Ve AKUT 2 sene üst üste Silahlı Kuvvetler ile beraber Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçildi. Bu durum bizim üzerimize daha büyük sorumluluk yükledi. 1999 depreminden sonra Türkiye’de ciddi bir bilgi eksikliğini de fark ettik. Depremden sonra kamu yönetiminin de, vatandaşın da, bürokrasinin de, kurumlar arası işbirliklerinin de yasal düzenlemelerde de büyük boşluklar ve eksiklikler olduğunu herkes anladı. Biz 3 üyemizi Amerika’ya yolladık. Orada 6 hafta kadar kalıp 11 tane kurs aldılar, bazılarının eğitmeni oldular. Amerika’nın 1986’daki Mexico depreminden sonra geliştirdiği mahalleliyi afet çalışanı haline getiren bir eğitim modülü var. Mexico City depreminden sonra afet bölgesine giden arama kurtarmacılar şunu fark etmişler: Mahalleli, uzman kurtarma ekipleri gelene kadar kendi iç güdüsüyle ve özverisiyle, kendisi sağlamsa komşularını kurtarmaya başlıyor. Bu depremin ardından insan davranışını tahlil ederek Toplum Acil Durum Mücadele Takımı diye bir eğitim modülü geliştiriyorlar. Çünkü afet anında kaynaklar son derece kısıtlı. O kısıtlı kaynaklarla sizin en yüksek verimliliğe ulaşabilmeniz için vatandaşın da afet çalışanı olması gerekli. Bu modülü 1999 depreminden sonra Türkiye’ye ilk defa biz getirdik.
17 Ağustos depremi sonrası afetlere müdahalelerle ilgili tespit ettiğiniz aksaklıklar nelerdi? Bu aksaklıkların giderilmesi için yetkili kurumlarla fikir alışverişinde bulunuldu mu, sizden görüş alındı mı?
Bir afet müdahalesi 2 aşamalı 4 fazdan oluşuyor: Risk yönetimi ve kriz yönetimi. Risk yönetimi dediğimiz henüz afet başımıza gelmeden önce alınması gereken önlemleri kapsayan safha. Kriz yönetimi safhası ise artık afet başımıza gelmiş ve biz o krizi yönetmeye çalışıyoruz. Kriz yönetimi de müdahale ve iyileştirme safhasından oluşuyor. Müdahale kurtarma ekiplerinin yaptığı iş. İyileştirme ise, rehabilitasyon. Yani normal yaşam koşullarına döndürmek, yeniden inşa etmek. Bu çok maliyetli bir süreç. Burada asıl önemli konu, önlemler ve hazırlık safhasına kaynak aktarmak. Çünkü afet yönetimi sürecinde zarar azaltma çalışmalarına harcadığınız 1 birim lira, afet başınıza geldikten sonra iyileştirme safhasında harcamak zorunda kalacağını 36 birim liradan kurtarıyor. Ölen insanlar geri döndürülemez kayıplar, onları konuşmak bile korkunç. Çünkü ölen bir canın telafisi yok. 18 binden fazla insan hayatını kaybetti. Türkiye’nin önlem alma, zarar azaltma kültüründe eksiği var. Bir kentsel dönüşüm lafı var. Çok doğru bir şey ve yapılması gerekir. Kentsel dönüşümün sürekli yapılması gerekiyor. Çünkü sürekli binalar eskiyor. Tarihi, kültürel değerler tabi ki korunmalı. Ama onun dışında alt yapıda ve üst yapıda sürekli iyileştirme yapılmalı. Kullanım ömrünü tüketmiş olanlar yenilenmeli. Türkiye bunu yapmıyor ne yazık ki. Kentsel dönüşümde büyük kampanyalar yaptılar, hatta Çevre ve Şehircilik Bakanı bizden bile yardım istedi. Erdoğan Bayraktar’a şunu söyledim: İstanbul ile ilgili yapılacak tek şey var, nüfusu azaltacaksınız. Bu nüfusla İstanbul sürdürülemez.
Mümkün mü bu?
Şöyle mümkün değil: Mazbatayı eline geçiren İstanbul’u tamamen bir rant kapısı olarak gördüğü için bugün TOKİ’nin de, belediyelerin de, hükümetin de yaptığı, tamamen İstanbul’un toprağından rant elde etmek. Çünkü her yer bina haline geldi. Bu doğru bir kentsel dönüşüm modeli değil. İstanbul’un yukarıya doğru büyümesine itirazımız yok ama kentsel dönüşüm dediğimiz şey, eski, kullanım ömrünü tamamlamış binaların artık yıkılması ve oradaki insanların oradan çıkartılıp daha sağlıklı binalara yerleştirilmesi. Bu kentsel dönüşümde bir tane bile eski bina yıkmadılar. Depremden sonra toplanma alanı olarak ilan edilen 480 kadar alanın yarısından fazlası imara açıldı. Belediye meclisi karar veriyor, imara açalım diyor. 10 kişi 20 kişi toplanma alanı olarak ilan edilen alana 40 katlı gökdelen izni veriyor. Buradan olağanüstü rant yaratılıyor. Yapılması gereken, sağlıklı bir İstanbul için gerçek bir kentsel dönüşüm uygulamaktı. 60-100 tane binayı alacaklar, bunun yerine de 10 tane yukarı doğru büyüyen bina yapacaklardı. Bütün o alanı da park bahçe düzenlemesi, alt-üst yapısıyla, otoparkıyla, insanca yerleşim yerleriyle birlikte yeniden tasarlayacaklardı. 15 sene geçti. Bu şehrin en azında yüzde 25’ini yıkıp yeniden yapabilirdik. Ama onun yerine yeşil alanlar imara açıldı. Şu anda Türkiye’de zenginleşen tiplerin büyük çoğunluğu bu furyada zenginleştiler.
Risk yönetimine yönelik bir çalışma yapılmıyor dediniz. Kriz yönetiminde nasılız, bir deprem olsa Türkiye krizi yönetebilir mi?
En korkunç senaryoyla İstanbul depremi bile yaşansa şu an Türkiye’de enkaz arama kurtarmayı bilen 10-15 bin kişi var. 17 Ağustos depreminde 220 kişi vardı. Yarısı sivil savunma, yarısı bizdik. Van depremine 4800 tane kurtarmacı gitti. 1800’den fazla sağlık personeli gitti. Bu 15 yılda yaratılan bir kapasite. Bunların da hepsi AKUT’u örnek aldı. AKUT, çıtayı çok yukarı koyduğu için Türkiye’de arama kurtarma konusunda afet yönetiminin diğer fazlarına göre çok daha fazla bir iyileşme oldu. Ama önlem alma kültürü dersek hala çok zayıfız. Eski yıkılması gereken binalar hala duruyorken sizin yeni binalar yapmanız abes. Türkiye’de yaşayan her 5 kişiden 1’i İstanbul’da yaşıyor. Türkiye’deki her 5 kişiden 1’ini coğrafyanın 140’ta 1’i bir alana sıkıştırırsanız, ne asayişi sağlayabilirsiniz, ne trafiği düzenleyebilirsiniz. Yeşil alan ve temiz hava ihtiyacını da sağlayamazsınız. İstanbul’un nüfusunun azaltılması lazım.
Söylediklerinizden ülkenin sosyo-ekonomik sorunları çözülmeden afet sorunları çözülemez anlamını çıkarabiliriz...
Bir ülkenin A’sı neyse Z’si de odur. Türkiye hapisteki gazetecilerde dünya rekoruna sahipse, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyorsak, demokrasi endeksinde en kötü yerlerdeysek… Depremle mücadelede de Japonya ya da Amerika standartlarında olmasını beklemek hayalperestlik olur. Bir ülkenin A’sı neyse Z’si de odur. Topyekün bir iyileştirme yapmadığımız takdirde Türkiye’nin bu dertlerini çözemeyiz. Hukukun üstün olduğu, siyasette şeffaflığın, adaletin ve adil rekabetin olduğu bir sistem kurmamız gerekirken bunun yerine daha dinci bir toplumla dertlerimizi çözeceğimizi zannediyoruz. Bütün sorunları görmezden gelip afet yönetiminde çok iyi bir yerdeyiz diyemeyiz.
İBB’nin yaptırdığı araştırmalarda çıkan sonuçta 50 bin tane binanın yıkıcı bir İstanbul depreminde yıkılacağından söz ediyorlar. Hala 50 bin tane binada insanlar yaşıyor. O zaman yarın sabah o 50 bin binayı boşaltmanız lazım. Deprem denen şey randevu alıp gelmiyor ki 15 dakika sonra da olabilir. Madem tespit ettiniz hala niye o insanları orada yaşatıyorsunuz?
Belediyelerle de çalışmalar yürütüyorsunuz. Ataşehir Belediyesi ile de çalışıyorsunuz. Ataşehir Belediyesi ile çalışmaya nasıl başladınız? Enstitüyü kurmaya nasıl karar verdiniz?
Burası Kadıköy’e bağlı olduğunda 1999’da burayı kurduk. Burada AKUT’un lojistik deposu, eğitim merkezi ve K9 köpekli arama birimini kurduk. 1-2 sene önce de Enstitüyü kurduk. Enstitümüzde de eğitim merkezimizi geliştirdik. Bu binayı Ataşehir Belediyesi bizim için yaptı. Beraber kullandığımız bir yer. AKUT’un enstitüsünün böyle bir yerleşkeye sahip olması performansımızı da çok yükseltti. Yurt içi yurt dışı, Pakistan, Bangladeş, Vietnam, Rusya, Romanya, Kamboçya bir sürü yerde projeler yapıyoruz. Enstitü artık küresel bir oyuncu halinde. Bu yerleşkeyle birlikte imkânlarımız da çok genişledi. Ataşehir Belediyesi’ne bize böyle bir yer kazandırdığı için büyük teşekkür borçluyuz. Burada, acil durum yönetimi, afet yönetimi, arama ve kurtarma, risk analizleri, güvenli yaşam kültürü, iş devamlılığı planları gibi çalışmalar yapıyoruz. Buradan elde ettiğimiz gelirlerle AKUT’un operasyonlarını finanse ediyoruz. AKUT hükümet tarafından desteklenen bir STK değil. Biz araçlarımıza bile motorlu taşıt vergisi ödüyoruz. Hayat kurtarmada kullandığımız telsizlerimize her sene cihaz kullanım bedeli ve frekans tahsis ücreti ödüyoruz.
Ataşehir Belediyesi’ne özel yürüttüğünüz bir çalışma var mı?
Ataşehir Belediyesi ile çok çalışma yaptık. Buradaki okullarda ve mahallelerde afet bilinçlendirme çalışmaları yaptık.
Diğer illerde de AKUT ekipleri var mı?
33 bölgede var. Acil durum riski olan her yerde çalışıyoruz. Ekiplerimiz bölgelerindeki fiziksel ve coğrafi ihtiyaca göre tasarlanıyor. Mesela Bingöl ekibi kışın kapalı köy yolları nedeniyle hasta nakilleri yapıyor. Antalya, Alanya, Fethiye ekipleri yaz aylarında turizm hareketliliğine bağlı, dağ, yamaç, kanyon, rafting kazaları oluyor oralarda çalışıyor. Bodrum, Marmaris ekipleri teknik kurtarmalarda ve orman yangınlarında çalışıyor. Kocaeli, Bursa, İstanbul deprem konusunda çok yetkinler. Rize, Trabzon, Giresun ekipleri ise sellerle ilgili çalışıyor.
Yakın zamanda Soma’da bir maden faciası yaşandı. Orada da arama kurtarmanın yetersiz olduğu açıklamaları yapıldı. Ne söylersiniz?
Yetersizlikten ziyade Soma’da her şey ilk 1- 2 saatte bitti zaten. Karbonmonoksitten bahsediyoruz. Dakikalarla sınırlı, suda boğulmak gibi bir şey. O kadar sürede de arama kurtarma ekibi müdahale edemez. Soma’daki madende ve Türkiye’deki madenlerde madenci sağlığı ve güvenliğiyle alakalı yönetmelikler çok ilkel zamanlardan kalma. Bunun da sorumluluğu hükümetin üzerinde. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün madende çalışan işçilerin sağlığıyla ilgili bir yönetmeliği var. Madencinin teçhizatından, çalışma şartlarına, madende bulunması gereken yaşam odalarına, bütün haberleşme sistemlerine kadar kapsamlı bir yönetmelik. Ne yazık ki 19 yıldır görev alan hükümetler, Türkiye’yi yönetenler bunun altına imza atmıyor. Bütün gelişmiş ülkeler imzalamış durumda, sadece Afganistan ve Pakistan imzalamamış. Türkiye’yi yönetenler Türk madencilerinin Afganistan ve Pakistan şartlarında çalışmasına göz yumuyorlar.
Yurt dışında AKUT’a bakış nasıl?
Birlemiş Milletler tarafından akredite edilmiş Türkiye’nin ilk kurtarma takımıyız. Bizim kıyafetlerimizde Türk bayrağı, AKUT logosu ve Birleşmiş Milletler logosu var. Biz katıldığımız tüm yurt içi ve yurt dışı kurtarmalarında aynı zamanda Birleşmiş Milletleri de temsil ediyoruz.
17 Ağustos’un 15. yılı oluyor. 15 yılda geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arama kurtarma ekibi kurmak, depremle, kentsel dönüşümle, afet mücadelesiyle ilgili bir şey yapıyor gibi gözüktüğünüz zaman bütün kapılar açılıyor. Burada sonsuz bir bütçe var. O sonsuz bütçeleri yönetenlerin birçoğu zengin oldular. Hatta ilk başlarda Türkiye arama kurtarma malzemesi mezarlığına dönüştü. Bu kadar malzemeye gerek yok ki. Çünkü bunlar kullanılmadığı sürece çürüyor, paslanıyor, eskiyor… Bunları kullanmak ve bakımlarını yapmak lazım. Sonuçta senin işleyecek sistemlere yatırım yapman gerekiyor.
Ataşehir’de durum nasıl? Yapılaşma ve teknik anlamında istenilen durumda mı Ataşehir?
Yeni yapılan binalarla ilgili benim bir korkum yok. Çünkü yeni yönetmeliklere göre yapılıyor. Özellikle 2007’deki revizyondan sonra yapılan binalarda herkes gönül rahatlığıyla oturabilir. Sorun, bizim bu kadar binaya ihtiyacımız yok. Bu kadar bina yapacaksak eskileri yıkıp yerine yapmamız lazım. Onu yapmadığımız için sorun var. İstanbul’un yukarıya doğru büyümesi doğru bir mantık. Park bahçe düzenlemesiyle, otoparkıyla… Ama eski kötü binalara bir şey yapmadan yeni alanlara bunları yığmanın, kentsel dönüşümle, nüfusu azaltmakla ya da sağlıklı bir kentte yaşamakla ilgili hiçbir etkisi yok ki. Biz zaten eski, kötü binalardan korkuyoruz.
Özellikle 2000 sonrası yolunuzu kesme, öne çıkmanızı engelleme anlamında davranışlar da oldu mu hiç ?
1999 depreminden sonra hepimizin hayatı bir anda alt üst oldu. Ben profesyonel sporcuyum. 1992 yılında üniversiteyi bitirdikten hemen sonra ilk yüksek irtifa tırmanışımı yaptım ve Türkiye’de tekrar yüksek irtifa dağcılığını başlattım. Bir Dağcının Güncesi isimli ilk kitabımı 24 yaşında yazdım. Sonra 26 yaşında Kar Leoparı ünvanını aldım, hala tekrarı yok. 27 yaşında Everest’e çıktım. Everest’e çıkan ilk Türk olmanın dışında Everest’e çıkan dünyadaki ilk Türk Müslüman dağcı oldum. 28 yaşında ‘Yeni Zirveler Projesi’ni tamamladım. 29 yaşında motosikletle İstanbul’dan Katmandu’ya gittim. 1999 depremine kadar benim hayatım masal gibi gitti. Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçilmenin bedelini çok ağır ödettiler bize. AKUT aslında enkazlardan ziynet eşyası topluyor gibi dedikodular çıkardılar. Yurtdışından ilk eğitimi biz getirdik, 3 kişiyi de Amerika’ya yolladık. O zaman Dernekler Kanunu’nda bir madde varmış. Yurtdışına dernek üyesini yollayacağın zaman valilikten 1 ay öncesinden izin almak gerekiyormuş. Memlekette taş üstünde taş kalmamış, bunu düşünecek halimiz yok, bilmiyorduk da… Bu sebepten 1 yıl hapisle yargılandık. Dönemin İstanbul valisi AKUT’un bütün banka hesaplarına el koymaya kalktı. Hakkımda ‘Ermeni’dir, Yahudi’dir, diktatördür, zengin çocuğudur, aslında Everest’e tırmanmadı’ dediler. Hala Anadolu’ya gittiğimde beni Ermeni, Yahudi sananlar var. Ben Everest’e çıkan ilk Müslüman Türk dağcıyım. 2. Mahmut zamanının Deniz Kuvvetleri Komutanı, Sakız isyanını bastırmış, Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın torunuyum.
Günümüz gençlerinin ‘Kendi Everest’lerine tırmanabilmeleri için önerebileceğiniz en basit yol nedir?
Kendileri olmaları, kimseye benzemeye çalışmamaları, tamamen kendilerini tanımaları, kendi tutkularının, kendi iç dünyalarının onları götüreceği yere gitmeleri. Sürekli öğrenen insan olmaları lazım. Çünkü evrim ileriye doğru giden bir sistem. O sistemin içerirsinde duran geriye düşüyor. Sürekli öğrenerek ve daha iyisini hedefleyerek yollarına devam etmeleri lazım.